Jim Morrison 8 Aralık 1943’de Melbourne, Florida’da doğdu. Babası o doğduğu sırada donanmadaydı. Jim Morrison henüz
4 yaşındayken ilk defa korkuyu tattı. Belki de bildiğimiz Jim Morrison olmasına neden olan olay, çölde gerçekleşmişti.
 "Ben, annem, babam, büyükanne ve büyükbaba, şafakta çölün içinden geçiyorduk ve Kızılderililerle dolu bir kamyona
 bir araba çarpmıştı. Neler olduğunu hatırlamıyorum ama Kızılderililer yol boyunca yatıyorlardı, ölümüne kanıyorlardı.
 Sonra araba durdu. Bu korkuyu ilk tadışımdı. Dört yaşında falan olmalıydım. Şimdi düşündüm de, oradaki bir veya iki
 Kızılderililin hayaletinin ruhları benim ruhuma sıçradı, ve hâlâ ordalar." An American Prayer’da böyle anlatıyor Jim olayı
 ve ekliyor: "Kanayan Kızılderililer saçılmış şafak vakti otoyola Hayaletler sarıyor küçük çocuğun nazik zihnini."

Bu olay Jim için bir dönüm noktası niteliğindeydi. Hem ilk defa tattığı korku hem de kendi içine girdiğine inandığı
 Kızılderililerin ruhları, hayatının geri kalanına bir bakıma yön vereceklerdi.

Jim lise yıllarında çevresince bir dâhi olarak görüldü. Bunu IQ testi de kanıtlamıştı ve pek çok dâhi gibi biraz da garipti.
Daha o yıllarda bir şeyler yazıyordu Jim, hatta o meşhur not defteri de oluşmaya başlamıştı. Sıra üniversiteye geldiğinde
 önce Miami’de okudu. Daha sonra ise ebeveyninin isteklerine karşı gelip sinema alanında eğitim görmek için UCLA’ya
 transfer oldu. İşte burada birlikte çok şey yapacakları Ray Manzarek ile tanıştı.

UCLA’ya bir ekonomi öğrencisi olarak gelen Ray de sinema bölümüne sonradan transfer olmuştu. Ray, o sıralar müzikle de
 uğraşıyordu. Kardeşleriyle birlikte Rick and the Ravens adlı bir grubu vardı ve gece klüplerinde çalıyorlardı. Jim okula devam
 ettiği sıralarda bu grupla beraber sahneye bile çıkmıştı. Ama gerçek müzik kariyerlerinin başlangıçı olan olay bir plajda
gerçekleşti. Bu olayı Ray Manzarek şöyle anlatıyor: "1965 Ağustos’unun ortasıydı ve ben UCLA’dan bir iki ay önce mezun
 olmuştum. Los Angales’da kalmaya karar vermiştim ama ne yapacağımı bilmiyordum. Bir gün Venice’de bir plajda oturmuş
 ne yapacağımı düşünüyordum. Başımı kaldırıp güneşe baktım ve ne güzel bir gün dedim içimden. Gözlerimi açtığımda
 tanıdık birisini gördüm; bu Jim’di. O’na neler yaptığını sorduğumda, New York’a gitmekten vazgeçtiğini ve bir arkadaşının
 evinde kalıp, şarkı yazdığını söyledi. Bir tanesini söylemesi için ısrar ettim. Bana hemen orada Moonlight Drive’ ı
(Ay ışığı Gezintisi) söyledi. Şarkının sözlerine hayran kalmıştım. Başka şarkılarının olup olmadığını sorduğumda bir kaç tane
 daha var dedi. Bir rock’n roll grubu kurmalıyız dediğimde ise, "Bu tamamen benim yapmak istediğim şeydi."
diye karşılık verdi. Hatta grubun adını bile düşünmüştü: The Doors"

"Eğer algının kapıları temizlenirse her şey olduğu gibi görünür, uçsuz bucaksız." Jim, William Blake’in bu sözünden
 ve Aldous Huxley'nin Algının Kapıları (The Doors of Perception) isimli kitabından etkilenerek düşünmüştü bu ismi ve ekledi:
 "Bilinen ve bilinmeyen şeyler vardır ve aralarında da The Doors bulunur."

Grubun ilk üyeleri Jim Morrison, Ray Manzarek ve Ray’in iki kardeşi Jim ve Rick idi. Daha sonra Ray bir meditasyon
 merkezinde tanıştığı davulcu John Densmore’u da gruba davet etti. Grup bu kadroyla birkaç demo kaydı yapmıştı hatta
 Columbia şirketiyle altı aylık bir anlaşma bile imzalamışlardı (ama bu anlaşma sadece iki ay sürdü.). Ama daha sonra
 Ray’in iki kardeşi yaptıkları işin bir zaman kaybı olduğu düşüncesiyle gruptan ayrıldılar. Grubun ihtiyacı olan gitarist,
 John’un yine aynı meditasyon merkezinden tanıdığı Robby Krieger idi. Robby’nin gitardan, bir şişeyle çıkardığı ses başta
 Jim olmak üzere bütün grubu etkilemişti. Moonlight Drive’ın girişi böylece oluştu, hatta Jim bu tekniği daha fazla
 kullanmasını istedi Robby’den. Böylece The Doors ideal kadrosunu oluşturmuş oldu. Klavyede Ray Manzarek, gitarda
 Robby Krieger, davulda John Densmore ve vokalde Jim Morrison. Grupta bir basçı yoktu. İlk önce bir basçı almayı denediler,
 hatta ilk çalışmalarında şimdi Ray’in adını hatırlamadığı bir basçıları vardı. Ama sonradan hem uygun birini bulamadıklarından
 hem de bir basçıyla Rolling Stones’a benzediklerini düşündüklerinden vazgeçtiler. Bunun üzerine Ray’in Vox Continenta
orgunun üzerine bir Fender Rhodes Piano Bass eklemesiyle, Ray’in sol eli The Doors’un bası oldu.

Grup bu haliyle çalışmalarına 1965 yazında başladı. İlk demo kayıtlarını Los Angeles’da World Pacific Stüdyoları’nda
 yaptılar Üzerinde çalıştıkları ilk şarkı, John Densmore’un "Saykıdelik bir aşk şarkısı." olarak nitelendirdiği Moonlight Drive’dı.

Bundan sonra grup çeşitli barlarda çalmaya başladı. Bu dönem grubun gelişmesine çok yardımcı oldu. Her ne kadar
 seyircinin zorlamasıyla istemedikleri bazı şarkılar çalsalar da özellikle yaptıkları doğaçlamalarla The Doors müziğini oturttular.
 Bir röportajında Jim, en ilginç şarkılarının doğaçlamayla oluştuğunu söylüyor. Doğaçlama hem müzikte hem de sözlerde
oluyordu. Kuşkusuz bu dönemde yaptıkları en ilginç doğaçlama 1966’da Whisky & Go-Go adlı bir klüpte yaptıkları
The End
doğaçlamasıydı. Jim burada şarkıya oedipus komplesiyle alakalı kısmı eklediğinde klüpten kovulmuşlardı.
 Ama bu kovulma onların yolunu iyice açtı ve Elektra’dan Jac Holzman ile tanıştılar. Bu olay grup için gerçekten bir dönüm
 noktasıydı ve anlaşma imzalandıktan sonra albüm kayıtlarına başladılar.

Albüm kayıtlarını Paul Rothchild ve Bruce Botnick ile birlikte altı günde bitirerek herkesi şaşırttılar. Bu iki kişinin grubun
 tarihinde çok önemli bir yeri vardı. Ray’e göre ortaya çıkan sihirden altısı da eşit derecede sorumluydular; ve Ray ekliyor:
 " Jim ve Paul her zaman bizimle birlikte olacaklar."

1967’nin ocak ayında çıkan albümden çıkan ilk 45’lik Break on Through idi. Ama The Doors’un tanınmasını asıl sağlayan 45’lik, daha sonra çıkan Light My Fire (Ateşimi Yak) oldu. Light My Fire (Ateşimi Yak), Doors’un en çok satan 45’liği oldu ve 1967 yazına damgasını vurdu. Şarkı ulusal Top 40 listesinde, üç haftası bir numarada olmak üzere tam on dört hafta kaldı.

Light My Fire (Ateşimi Yak), Robby’nin bestesiydi. Bir çalışma esnasında Jim, "Fazla özgün şarkılarımız yok, neden
 yazmayı denemiyorsunuz?" dediğinde Robby eve gitti ve bu şarkıyı yazdı. Jim sözlere bazı eklemelerde bulundu,
 John davulu oluşturdu ve Ray’de o mükemmel girişi hazırladı. Son olarak da şarkıya uzun bir solo eklediler. The Doors canlı
 performanslarında bazen bu soloyu atlardı; soloyu çaldıkları zaman ise çoğu doğaçlama şeklinde olurdu.
 Bu uzun solo esnasında da Jim sahnede dolaşır, bira içer, seyirciyle etkileşime girerdi.

Light My Fire’ın bir numara olduğu dönemde Doors, o dönemin çok popüler bir şovu olan Ed Sullivan Show‘a davet edildi.
 Şov öncesinde Ed Sullivan Jim’den şarkıdaki "Kızım, daha fazla yükselemezdik" kısmını "Kızım, daha iyi olamazdık"
 şeklinde değiştirmesini istedi. Şovdan önce kabul eder görünse de canlı yayınlanan şov esnasında, Robby’nin
 hınzır gülümseyişiyle birlikte şarkının sözlerini değiştirmeden, aynen söyledi ve tabii Doors bir daha asla
 Ed Sullivan Show‘a çıkamadı.

The Doors ilk albümlerinde ayrıca iki tane cover’a yer verdi. Bunlar Whiskey Bar (Weill- Brecht) ve Back Door Man
 (W. Dixon-C. Burnett) idi.

Albüm çok üzün süre listelerde bir numarada kaldı. İşte bu sıralar Jim Morrison diğerlerine nazaran biraz daha öne çıkmaya
 başladı. Gerek kişiliği gerekse davranışlarıyla, genelde sakin gözüken diğer üç üyenin yanında göze çarpıyordu.
 Medya da ona özel ilgi göstermeye başlamıştı. Tam bu dönemlerde şöyle bir olay gerçekleşti:

Bir konser öncesi sunucu anons için sahneye çıktı ve
"Bayanlar, baylar; Jim Morrison ve The Doors’u sahneye davet ediyorum." dedikten sonra sahneden indi.
 Jim sunucu sahneden iner inmez hemen bir kenarda tuttu ve "Hayır adamım, oraya geri dön ve bizi doğru dürüst tanıt."
 dedi. Sunucu birden panikleyerek "Ne dedim, neyi yanlış yaptım?" diye sordu. Jim "The Doors" diye karşılık verdi,
 "grubun adı bu.".

Burada da açıkça görülüyor ki onlar bir gruptu, her ne kadar daha sonraları Ray, Robby ve John; Jim’in liderliğini
 kabul etmiş görünseler de o sıralar roller dengeliydi. Ama zaman ilerledikçe bunu Jim de kabullendi.
 Yine de Jim asla solo bir çalışma yapmadı, çünkü yaptıkları Doors müziğiydi ve tek başına o ruhu yakalayamayacağını biliyordu.
 Geriye baktığımızda, Jim Morrison olmadan nasıl bir Doors olabileceğini tasavvur etmek gerçekten zor.
 Gerçi onun ölümünden sonra karşımıza farklı bir Doors çıkıyor ama yine de diğer üç kapı’nın bir süre sonra,
 An American Prayer’da (Bir Amerikan Duası) kapanan tek kapıya döndüğünü görüyoruz.

Grubun ikinci albümü Strange Days (Garip Günler) aynı yılın ekim ayında çıktı. Zaten bu albüm için şarkılar baştan hazırdı.
Grup, ilk çalışması olan Moonlight Drive (Ay ışığı Gezintisi) adlı şarkıya bu albümde yer verdi. Aslında bu şarkıyı ilk
 albümlerine koymayı düşünmüşlerdi ama kaydı beğenmedikleri için ikinci albüme ertelemişlerdi.
Albümün en dikkat çeken şarkısı yine uzun bir şarkı olan When The Music’s Over (Müzik Sona Erdiği Zaman) oldu.
 "Biz dünyayı istiyoruz, ve onu şimdi istiyoruz." İşte bu söz o zamanın gençleri için bir slogan olmuştu. Jim bu kısmı konserlerde
 söylerken tam bir sessizlik istiyor ve "şimdi" diye bağırıp Robby’nin solosu girdiğinde seyirciler tam anlamıyla coşuyordu.

The Doors konserleri de çok ateşli geçiyordu. Light My Fire (Ateşimi Yak) konserlerde en çok ilgi toplayan şarkıydı.
 Ünlü yazar Tom Robbins, grubun Ağustos 1967’deki Seattle konseri hakkında yazdığı yazıda onlardan şöyle bahsediyor:
 "Karanlık salona bağırarak ve bizim yüreğimize fısıltıyla: Biz dünyayı istiyoruz, ve onu şimdi istiyoruz!"
 Ayrıca yazar otuz yıl kadar önce yazdığı bu yazıda, bu konserden sonra ateşinin Doors tarafından yakıldığını ve
 ilk romanına başladığını da belirtiyor.

Grubun tarihindeki en önemli konserlerden biri de 9 Aralık 1967’de New Haven’de gerçekleşti. Konserden bir gün gün önce
 Jim 24 yaşına basmıştı ama doğum günü hiç de beklediği gibi değildi. Bunun sebebi o gün Troy, New York’da verdikleri
 konserin hiç de iyi geçmemiş olmasıydı. Seyirci konsere ilgisiz kalmıştı ve grup az alkış almıştı. Jim, New Haven
 konserinden bu anlamda çok şey bekliyordu.

New Haven’da gerçekten büyük bir kalabalık vardı ve heyecanla konserin başlamasını bekliyordu. Konser başlamadan
 önce Jim, sahne arkasında bir kızla tanıştı ve onunla özel olarak konuşmak için beraber soyunma odasının yanındaki
 boş bir duşa girdiler. O sırada bir polis memuru geldi, polis Jim’i tanımamıştı ve set bir dille oradan çıkmalarını söyledi.
 Polisle Jim tartıştılar ve sonunda polis cebinden göz yaşartıcı spreyini çıkartarak Jim’in gözüne sıktı. Jim acıyla bağırarak
 soyunma odasına koştu. Oradakiler araya girdiler ve Jim’le polis memuru birbirinden özür diledikten sonra grup sahneye çıktı.

Seyirciler çok hevesliydi ve Jim’in sahnedeki her hareketini alkışladılar. Konserin son şarkısı Back Door Man
 (Arka kapı Adamı) idi. Şarkının enstrümantal kısmında Jim birden seyirciye konuşmaya başladı:

"Konserden önce bir kızla tanıştım ve onunla yalnız kalmak istedim. Bir şey yapmıyorduk, sadece konuşuyorduk.
 Sonra birden şirin mavi elbiseli ve şirin mavi şapkalı bir adam geldi, bize "Ne yapıyorsunuz orada?" dedi. "Hiçbir şey" dedim.
 Ama o gitmedi ve cebinden tıraş köpüğü kutusuna benzer şeyi çıkarıp yüzüme sıktı. 30 dakika boyunca kör oldum."

Konuşmadan sonra Jim şarkıyı söylemeye devam etti ama birden ışıklar yandı. Işıkların söndürülmesini istediği sırada
 iki polis memuru sahneye geldi. Jim, mikrofonu derdini anlatması için polislerden birine uzattı ama polisler onu yaka paça
 götürdüler. Bir başka polisse seyircilere konserin bittiğini söyledi. Bir kaç tanık bu esnada polislerin Jim’e vurduğunu belirtti.
 Böylece, Jim Morrison sahnede tutuklanan ilk rock yıldızı oldu.

Bu olay Jim Morrison’u çok etkiledi ve Peace Frog adlı şarkısında bu olaydan şöyle bahsetti:

"New Haven caddelerinde kan var"

Üçüncü albüm olan Waiting for the Sun (Güneşi beklerken), temmuz 1968’de piyasaya çıktı. Bu albümde de yine çoğunlukla
 Jim’in yazdığı sözler vardı. Bununla beraber albümün iç kapağındaki kertenkele figürü hayli ilgi çekiyordu. Ayrıca yine iç
 kapağında Jim’in yazdığı The Celebration of Lizard (Kertenkele’nin Selamlaması) adlı bir şiir bulunuyordu. Bu şiirden
 bir kısım da (Not to Touch the Earth/ Yer’e Dokunmak Yok) albümde yer aldı. Doors bu şiiri sadece konserlerde müzikle
 beraber sahneye koydu (Grup stüdyoda da bir çalışma yapmış ama kaydı hâlâ kayıp.). Yine şiirin bir kısmı olan Go Insane,
 grubun 1965 yılında demo olarak yaptığı kayıtlardan biriydi ve bu şarkı yüzünden grup Liberty Records’tan kovulmuştu.

Grup, bu albümde ilk iki albümlerinden farklı olarak bazı şarkılarında grup dışı bas kullandı. Albümde, Ray’in Jim ve Pam
 için yazdığı aşk üçlemesinin ikinci şarkısı olan Yes, The River Knows (Evet, Nehir Biliyor) da yer aldı. Ayrıca Doors’un
 Light My Fire’dan sonra en çok satan 45’liği Hello, I Love You (Merhaba, Seni Seviyorum) da bu albümdeydi.

Albümün ilgi çeken şarkılarından biri de savaş karşıtı bir şarkı olan The Unknown Soldier (Meçhul Asker) idi. Zaten grupça
 savaş karşıtı olan Doors, bundan gurur da duyuyordu. Şarkı için çekilen promosyon klibi o yıl yasaklandı ve 1985’te
 piyasaya çıkan Dance on Fire isimli vidyoya kadar da yasaklı kaldı. Klipte grup önce meçhul askerin mezarına bir ziyarette
 bulunuyordu. Sonra da grubun üç üyesi, bir sahilde Jim Morrison’u bir direğe bağlayıp etrafını çiçeklerle donatıyor ve kurşuna
 dizdikten sonra oradan uzaklaşıyorlardı. Grup konserlerinde de bu sahneyi canlandırıyordu. Trampet eşliğinde,
 Jim sahnenin ortasında duruyor ve Robby ona gitarıyla ateş edip öldürdükten sonra Jim şarkının bir bölümünü
 yerde yatarken söylüyordu. Şarkının sonları ise tam bir savaş bitimi kutlaması biçimindeydi.

Üçüncü albümlerinin hazırlıkları başlamışken, ikinci konser olayı meydana geldi. Bu sefer Miami’de gerçekleşen olay,
 mahkemeye de intikal etti. Olay şöyle gerçekleşti:

Jim, Miami’ye gelirken art arda iki defa uçağını kaçırmıştı ve sonraki uçuşları beklerken de çok fazla alkol almıştı.
Bir organizasyon anlaşmazlığından ötürü yedi bin kişilik salonu dolduran yaklaşık on üç bin kişi sabırsızlıkla konserin
 başlamasını bekliyordu. Jim, en sonunda konser yerine vardığında aşırı derecede sarhoştu. Konserde şarkıları güçlükle
 söylüyordu ve çoğu zaman sahneyi doğaçlama için arkadaşlarına bırakıyordu. Konserin ortasında birdenbire yine seyirciyle
 konuşmaya başladı ve sonunda seyirciye "Şeyimi görmek ister misiniz dedi?". Burada, aslında hiçbir görgü tanığı
 Jim’in gerçekten bunu yaptığını görmediğini söyledi ama basın bu olayı hayli abarttı. Sonuçta mahkemeler başladı.
 Her ne kadar 50.000 dolar tazminatla serbest kaldıysa da dava, Jim öldüğünde bile tam sonucuna ulaşmamıştı.

Miami olayı Jim Morrison ve de Doors için çok kötü bir imaj yarattı. Basın da onlara karşı bir tavır almıştı.
 Ayrıca Jim de dış görünüşüyle eskisinden çok farklı bir imaj çiziyordu. Uzamış sakalı ve göbeğiyle kendini bırakmış
 bir izlenim veriyordu.. Bu sıralarda Doors’un dördüncü albümü The Soft Parade piyasaya çıktı.

Albüm, diğer üç albümden müzikal anlamda çok farklıydı. Şarkılarda saksofon, mandolin, trombon gibi çok çeşitli
 enstrümanlar kullanılmıştı. Enstrümanlar kadar Jim’in sesindeki değişiklik de hemen fark edilecek düzeydeydi.
Şarkıların çoğu yine Jim ve Robby’e aitti. Prodüktörleri Paul A. Rothchild’ın deyişiyle, Jim Morrison’dan daha Jim Morrison
 gibi şarkı yazabilen Robby, bu albümde göze çarpan Tell All The People (Bütün İnsanlara Anlat), Touch Me (Dokun Bana)
 ve Wishful Sinful gibi şarkılara imzasını atmıştı.

Beşinci albüm Morrison Hotel / Hardrock Café 1970 yılının şubat ayında yayımlandı. Bu sefer de yine diğer albümlerinden
 farklı bir tarzla çıktılar hayranlarının karşısına; hem ilk üç albümden hem de bütün albümlerinden farklı bir görünümdeki
 The Soft Parade’den. Jim o sıralar hissettiği blues müziğini albüme yansıtmıştı. Görünüm itibarıyla daha normal bir
rock grubu görünümündeydiler. Artık Ray Manzarek bası bırakmıştı, onun yerine albümde Ray Neopolitan
 bas gitar çalıyordu. Jim Morrison bu arada An American Prayer isimli bir şiir kitabı yayımladı. Sınırlı sayıdaki
şiir kitabını sadece yakın arkadaşlarına dağıtmıştı.

12 Aralık 1970 tarihindeki New Orleans konseri, Doors’un tam kadro olarak verdiği son konserdi.
Jim Morrison’lu son Doors albümü olan LA Woman 1971 yılının nisan ayında piyasaya çıktı. Grup albümün yapım aşamasında
 büyük bir kopukluk içindeydi. Jim Morrison albüm hazırlanıp bittiğinde ortaya çıkan sonuca kendisi bile şaşırmıştı.
Yine de bu albümü ilk albümlerinden sonra hazırladıkları en iyi albüm olarak saydılar.

Grupta müzikal anlamda yine değişiklikler olmuştu. Ray’in bası bırakıp piyanoda daha serbest kalması ve bir de ritm gitar
 kuıllanmaları müziği güzelleştirmişti. Riders On The Storm ve albüme adını veren LA Woman albümden çıkan hitlerdi.

Jim, LA Woman’ın çıkmasına yakın kız arkadaşı Pamela ile birlikte tatil için Paris’e gitti. Gitmeden önce arkadaşlarıyla
 vedalaştı, sanki tek arkadaşı son’la buluşacakmış gibi. Jim Paris’te bir müddet kaldı ve bol bol gezdi. Sevdiği sanatçılar
 olan Honore De Balzac, Paul Verlaine ve Charles Baudelaire’in mezarlarını ziyaret etti.

2 Ağustos akşamı Jim ve Pamela bir sinemaya gittiler. Evine gelince yorgun olan Jim hemen yattı fakat sabaha karşı
 öksürerek ve göğsünde bir ağrıyla uyandı. Ertesi gün sabah Pamela, Jim’i küvette ölü olarak buldu. Ölümünün sebebi
 otopsi yapılmadığından tam olarak bilinmiyor. Böylece ortaya varsayımlar çıkıyor. Bunlardan en çok kabul göreni Jim’in
 aşırı dozdan öldüğüdür. Kalp krizinden öldüğüne ise inananların sayısı çok az. Jim Morrison’un ölümüyle ilgili çözümlenmemiş
 bir nokta da, onun ölüm raporunu imzalayan doktorun bulunamamış olması.

Jim Morrison 8 Ağustos 1971’de pek çok ünlünün mezarının bulunduğu Pere-Lachaisse Mezarlığı’na gömüldü. Bunun
 sebebi Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin, henüz Miami davası çözülmediğinden Jim’in Amerika’ya gömülmesini
 engellemesidir. Ayrıca Jim’in hayran kitlesinin yapacağı taşkınlıklardan çekinilmesi de ABD’ye gömülmesine izin
 verilmemesine sebep gösterilebilir. Bu tezi haklı çıkaracak şekilde Pere-Lachaisse büyük bir ziyaretçi akınına uğradı.
Jim’in mezarı başında bira içip son tamlasını toprağına dökmek bir adet oldu. Ziyarete gelen Jim Morrison hayranlarının
 yaptıkları taşkınlıklar pek çok şikayete neden oldu. Şimdilerde eskisi kadar abartılı olmasa da,
 Jim Morrison’ın mezarı hâlâ pek çok kişi tarafından ziyaret ediliyor.

Jim Morrison’un mezar taşı 1991 yılında babası tarafından değiştirildi. Yerine konan taşta Yunanca bir cümle vardı:
 KAWA TON /\AIMONA EAYTOY Bu cümle "İçindeki şeytanı yak." olarak tercüme edilmiştir.

Jim Morrison’un ölümü The Doors’u bir dönüm noktasına getirdi. Ya Morrison olmadan devam edeceklerdi ya da
 The Doors bitecekti. Üç kapı Morrison’sız devam etmeyi seçti. The Doors üç albüm daha yaptı:
 Other Voices, Full Circle ve An American Prayer.

Other Voices Jim’in ölümünden yaklaşık bir yıl sonra çıktı. 1972 yılının temmuz ayında da grup Full Circle isimli bir albüm
 yayımladı. Bu albümde vokalleri Ray ve Robby paylaştılar. Jim’den sonraki dönemdeki tek The Doors hit’i olan
 The Mosquito bu albümde yer aldı.

Kapılar tamamen kapanmadan önce Jim’in son yaşgünü olan yirmi yedinci yaşgününde kaydettiği şiirlerinden oluşan
 bir albüm yapıldı. 1979 tarihli albüm, Jim’in okuduğu şiirlerinin üzerine Doors’un müzik yapmasıyla oluştu. İşte burada
resmi olarak ilk ayrım yapıldı The Doors ve Jim Morrison arasında, çünkü albümün ismi
 Jim Morrison and The Doors / An Amrican Prayer idi

The Doors, Jim Morrison olmadan ancak sekiz yıl devam edebildi ve sonunda kapılarını kapattı. Aslında bunun da tam
 bir kapanş olduğunu söyleyemeyiz. Pek çok toplama albüm piyasaya sürüldü ve kıyıda köşede kalmış pek çok kayıt
 piyasada dolaşmaya başladı. Bu kayıtlar hâlâ Doors hayranları tarafından rağbet görüyor. Grup en son 1997 yılının
 Ekim ayında bir kutu seti piyasaya çıkardı. Dört CD’den ve bir kitapçıktan oluşan bu sette pek çok demo ve
 canlı performans yer aldı.

Grup üyeleri The Doors sona erdikten sonra müzikle uğraşmaya devam ettiler. Ray Manzarek çeşitli müzisyenlerle
 çalışmalar yaptı ve bir çok albüme imzasını attı,hayatını anlatan bir kitap yayımladı. Robby Kriegger de Ray Manzarek
 gibi çeşitli müzik çalışmaları yaptı. Kendi kurduğu Robby Kriegger Organization adlı grupla bir albüm yaptı,
 konserlerine hâlâ devam ediyor. John Densmore ise Doors’un tarihini anlatan Riders On The Storm adlı bir kitap yazdı
 ve bu kitaptan bazı kısımları sahnede tek kişilik oyun olarak sergiliyor.

 

copyright © 2001 - owi's planet ® - designed by Turgay ALTUNSOY